Blog

İK Blog Etiklerimiz

08.11.2016 19:49

Bundan günler önce Bereket Döner sponsroluğu ve Melis Tiftikci'nin üstün gayretleriyle bir araya gelen İK'nın usta ve yetenekli kalemlerinin ortaya çıkardığı ilk önemli proje olan #ikblogetiklerine inanıyor ve destekliyorum.Etkinliğie katılamadığım için birazda içim buruk yazıyorum.

 

İşte Size Blog Etkilerimiz;

Özgünlük: Düşünce,üslup ve içerik özgünlüğüne saygı duyarız.

Dürüstlük: Alıntıları ve esinlemeleri belirtiriz.

Bağımsızlık: Bloggerlıktan çıkar gözetmeyiz.

Nesnellik: Eleştirilerimizi gerekçeli ve tarafsız yaparız.

Saygı: Cinsiyet,yaş,etnik köken,din,mezhep gibi farklılıkları zenginlik oalrak görür, değer veririz.

Yenilikçilik: Yenilikleri araştırır,öğrenir,geliştirir ve paylaşırız.

 

Bundan sonraki süreçte inandığım blog etiklerini yazacağım yazılarıda göz önünde bulunduracğımı taahüt ederek emeği geçen tüm bloggerlara ve Bereket Döner'e bir kez daha teşekkür ediyorum.

 

 

Yolda Geçen Süre Çalışma Süresinden Sayılsa Neler Olurdu?

30.10.2016 16:42
Yolda Geçen Süre Çalışma Süresinden Sayılsa Neler Olurdu?
Hiç düşündünüz mü yolda geçen sürenin çalışma süresinden sayılmasını?  Kulağa gayet mantıklı geliyor değil mi? Hangi sektörde, hangi işle meşgul olursak olalım trafikte geçen süre hepimiz için işkence oluyor. Hele ki kalabalık bir şehirde yaşıyor üstüne havalarda bozuyorsa yolda geçirdiğiniz süre daha da uzayabiliyor. Biz çalışanlar ise bu süreyi kitap okuyarak, uyuyarak, müzik dinleyerek ya da akıllı telefonları ile meşgul olarak geçirmeye çalışıyor.
Yolda Geçen Süre Çalışma Süresinden Sayılmalı Mı?
Birinci hipoteze göre; yolda geçen süre çalışma süresinden sayılmalı. Neticede insanlar mesai saatlerine uymak adına ya kendi imkanları ile ( Otobüs,Metro v.b) ya da şirketin imkanları ile (Servis) yolculuk yapıyorlar ve dakikalarca süren bu yolculuğu yaparak harcadıkları zamanın amacı çalışma alanlarına zamanında varabilmek. Ya da tam tersi mesai biter bitmez çalışanlar evlerinde olamayacağına göre evlerine varabilmek adına yine dakikalar süren bir yolculuk sürdürüyorlar. Dolayısı ile birinci hipoteze göre yolda geçen süre çalışma süresine dahil edilmeli.
Yolda Geçen Süre Çalışma Süresinden Sayılsa Neler Olur? 
Diyelim ki birinci hipoteze göre artık yolda geçen süreler çalışma sürelerine dahil edildi. Bununla beraber ortaya çıkacak ve sorular sizce nasıl olurdu bir göz atalım;
Yolda geçen süre haftalık 45 saate mi dahil olurdu? Yoksa işveren fazla mesaimi ödemek zorunda kalırdı?
İşveren temsilcisi çalışanlarla beraber servise binip her çalışanın evine ne kadar sürede gittiğinin kaydını mı tutardı?
Örneğin 30 dakikada evine giden biri o gün trafikte yaşanan bir kaza sebebiyle evine daha geç gittiğinde aradaki zaman farkı nasıl ücretlendirildi?
İşveren acaba çalışanları içi bir lojman yaptırıp çalışanlarını şirketin oldukça yakınına konumlandırmak isteyebilir miydi?
Ya da işveren madem yolda geçen süre çalışma sürelerine dahil edilecek ve çalışanıma bunun için mesai ödemesi yapacağım o halde onları yolculukları süresince çalıştırmalıyım düşüncesine kapılır mıydı? .Yani her çalışanın elinde bir telefon ve laptop ve wifi bağlantısı ile servislerimiz bir mobil işyerine çevrilebilir miydi?
Yolda geçen sürelerin doğru hesap edilmediğini öne süren çalışan ile İnsan Kaynakları karşı karşıya kalır mıydı? 
Eminim böyle bir uygulama hayata geçerse henüz tahmin bile edemediğimiz bir sürü soru ortaya çıkacak, trafiği ile ünlü ülkemizde ise buna benzer sorular net olarak çözüme kavuşturulamayacak bu sorulara dayanarak ikinci hipotezimi açıklıyorum; Yolda geçen süre çalışma süresinden sayılmasın.
    Yolda Geçen Süre Çalışma Süresinden Sayılsa Neler Olurdu?
Hiç düşündünüz mü yolda geçen sürenin çalışma süresinden sayılmasını?  Kulağa gayet mantıklı geliyor değil mi? Hangi sektörde, hangi işle meşgul olursak olalım trafikte geçen süre hepimiz için işkence oluyor. Hele ki kalabalık bir şehirde yaşıyor üstüne havalarda bozuyorsa yolda geçirdiğiniz süre daha da uzayabiliyor. Biz çalışanlar ise bu süreyi kitap okuyarak, uyuyarak, müzik dinleyerek ya da akıllı telefonları ile meşgul olarak geçirmeye çalışıyor.
Yolda Geçen Süre Çalışma Süresinden Sayılmalı Mı?
Birinci hipoteze göre; yolda geçen süre çalışma süresinden sayılmalı. Neticede insanlar mesai saatlerine uymak adına ya kendi imkanları ile ( Otobüs,Metro v.b) ya da şirketin imkanları ile (Servis) yolculuk yapıyorlar ve dakikalarca süren bu yolculuğu yaparak harcadıkları zamanın amacı çalışma alanlarına zamanında varabilmek. Ya da tam tersi mesai biter bitmez çalışanlar evlerinde olamayacağına göre evlerine varabilmek adına yine dakikalar süren bir yolculuk sürdürüyorlar. Dolayısı ile birinci hipoteze göre yolda geçen süre çalışma süresine dahil edilmeli.
Yolda Geçen Süre Çalışma Süresinden Sayılsa Neler Olur? 
Diyelim ki birinci hipoteze göre artık yolda geçen süreler çalışma sürelerine dahil edildi. Bununla beraber ortaya çıkacak ve sorular sizce nasıl olurdu bir göz atalım;
Yolda geçen süre haftalık 45 saate mi dahil olurdu? Yoksa işveren fazla mesaimi ödemek zorunda kalırdı?
İşveren temsilcisi çalışanlarla beraber servise binip her çalışanın evine ne kadar sürede gittiğinin kaydını mı tutardı?
Örneğin 30 dakikada evine giden biri o gün trafikte yaşanan bir kaza sebebiyle evine daha geç gittiğinde aradaki zaman farkı nasıl ücretlendirildi?
İşveren acaba çalışanları içi bir lojman yaptırıp çalışanlarını şirketin oldukça yakınına konumlandırmak isteyebilir miydi?
Ya da işveren madem yolda geçen süre çalışma sürelerine dahil edilecek ve çalışanıma bunun için mesai ödemesi yapacağım o halde onları yolculukları süresince çalıştırmalıyım düşüncesine kapılır mıydı? .Yani her çalışanın elinde bir telefon ve laptop ve wifi bağlantısı ile servislerimiz bir mobil işyerine çevrilebilir miydi?
Yolda geçen sürelerin doğru hesap edilmediğini öne süren çalışan ile İnsan Kaynakları karşı karşıya kalır mıydı? 
Eminim böyle bir uygulama hayata geçerse henüz tahmin bile edemediğimiz bir sürü soru ortaya çıkacak, trafiği ile ünlü ülkemizde ise buna benzer sorular net olarak çözüme kavuşturulamayacak bu sorulara dayanarak ikinci hipotezimi açıklıyorum; Yolda geçen süre çalışma süresinden sayılmasın.
    Yolda Geçen Süre Çalışma Süresinden Sayılsa Neler Olurdu?
Hiç düşündünüz mü yolda geçen sürenin çalışma süresinden sayılmasını?  Kulağa gayet mantıklı geliyor değil mi? Hangi sektörde, hangi işle meşgul olursak olalım trafikte geçen süre hepimiz için işkence oluyor. Hele ki kalabalık bir şehirde yaşıyor üstüne havalarda bozuyorsa yolda geçirdiğiniz süre daha da uzayabiliyor. Biz çalışanlar ise bu süreyi kitap okuyarak, uyuyarak, müzik dinleyerek ya da akıllı telefonları ile meşgul olarak geçirmeye çalışıyor.
Yolda Geçen Süre Çalışma Süresinden Sayılmalı Mı?
Birinci hipoteze göre; yolda geçen süre çalışma süresinden sayılmalı. Neticede insanlar mesai saatlerine uymak adına ya kendi imkanları ile ( Otobüs,Metro v.b) ya da şirketin imkanları ile (Servis) yolculuk yapıyorlar ve dakikalarca süren bu yolculuğu yaparak harcadıkları zamanın amacı çalışma alanlarına zamanında varabilmek. Ya da tam tersi mesai biter bitmez çalışanlar evlerinde olamayacağına göre evlerine varabilmek adına yine dakikalar süren bir yolculuk sürdürüyorlar. Dolayısı ile birinci hipoteze göre yolda geçen süre çalışma süresine dahil edilmeli.
Yolda Geçen Süre Çalışma Süresinden Sayılsa Neler Olur? 
Diyelim ki birinci hipoteze göre artık yolda geçen süreler çalışma sürelerine dahil edildi. Bununla beraber ortaya çıkacak ve sorular sizce nasıl olurdu bir göz atalım;
Yolda geçen süre haftalık 45 saate mi dahil olurdu? Yoksa işveren fazla mesaimi ödemek zorunda kalırdı?
İşveren temsilcisi çalışanlarla beraber servise binip her çalışanın evine ne kadar sürede gittiğinin kaydını mı tutardı?
Örneğin 30 dakikada evine giden biri o gün trafikte yaşanan bir kaza sebebiyle evine daha geç gittiğinde aradaki zaman farkı nasıl ücretlendirildi?
İşveren acaba çalışanları içi bir lojman yaptırıp çalışanlarını şirketin oldukça yakınına konumlandırmak isteyebilir miydi?
Ya da işveren madem yolda geçen süre çalışma sürelerine dahil edilecek ve çalışanıma bunun için mesai ödemesi yapacağım o halde onları yolculukları süresince çalıştırmalıyım düşüncesine kapılır mıydı? .Yani her çalışanın elinde bir telefon ve laptop ve wifi bağlantısı ile servislerimiz bir mobil işyerine çevrilebilir miydi?
Yolda geçen sürelerin doğru hesap edilmediğini öne süren çalışan ile İnsan Kaynakları karşı karşıya kalır mıydı? 
Eminim böyle bir uygulama hayata geçerse henüz tahmin bile edemediğimiz bir sürü soru ortaya çıkacak, trafiği ile ünlü ülkemizde ise buna benzer sorular net olarak çözüme kavuşturulamayacak bu sorulara dayanarak ikinci hipotezimi açıklıyorum; Yolda geçen süre çalışma süresinden sayılmasın.
    Yolda Geçen Süre Çalışma Süresinden Sayılsa Neler Olurdu?
Hiç düşündünüz mü yolda geçen sürenin çalışma süresinden sayılmasını?  Kulağa gayet mantıklı geliyor değil mi? Hangi sektörde, hangi işle meşgul olursak olalım trafikte geçen süre hepimiz için işkence oluyor. Hele ki kalabalık bir şehirde yaşıyor üstüne havalarda bozuyorsa yolda geçirdiğiniz süre daha da uzayabiliyor. Biz çalışanlar ise bu süreyi kitap okuyarak, uyuyarak, müzik dinleyerek ya da akıllı telefonları ile meşgul olarak geçirmeye çalışıyor.
Yolda Geçen Süre Çalışma Süresinden Sayılmalı Mı?
Birinci hipoteze göre; yolda geçen süre çalışma süresinden sayılmalı. Neticede insanlar mesai saatlerine uymak adına ya kendi imkanları ile ( Otobüs,Metro v.b) ya da şirketin imkanları ile (Servis) yolculuk yapıyorlar ve dakikalarca süren bu yolculuğu yaparak harcadıkları zamanın amacı çalışma alanlarına zamanında varabilmek. Ya da tam tersi mesai biter bitmez çalışanlar evlerinde olamayacağına göre evlerine varabilmek adına yine dakikalar süren bir yolculuk sürdürüyorlar. Dolayısı ile birinci hipoteze göre yolda geçen süre çalışma süresine dahil edilmeli.
Yolda Geçen Süre Çalışma Süresinden Sayılsa Neler Olur? 
Diyelim ki birinci hipoteze göre artık yolda geçen süreler çalışma sürelerine dahil edildi. Bununla beraber ortaya çıkacak ve sorular sizce nasıl olurdu bir göz atalım;
Yolda geçen süre haftalık 45 saate mi dahil olurdu? Yoksa işveren fazla mesaimi ödemek zorunda kalırdı?
İşveren temsilcisi çalışanlarla beraber servise binip her çalışanın evine ne kadar sürede gittiğinin kaydını mı tutardı?
Örneğin 30 dakikada evine giden biri o gün trafikte yaşanan bir kaza sebebiyle evine daha geç gittiğinde aradaki zaman farkı nasıl ücretlendirildi?
İşveren acaba çalışanları içi bir lojman yaptırıp çalışanlarını şirketin oldukça yakınına konumlandırmak isteyebilir miydi?
Ya da işveren madem yolda geçen süre çalışma sürelerine dahil edilecek ve çalışanıma bunun için mesai ödemesi yapacağım o halde onları yolculukları süresince çalıştırmalıyım düşüncesine kapılır mıydı? .Yani her çalışanın elinde bir telefon ve laptop ve wifi bağlantısı ile servislerimiz bir mobil işyerine çevrilebilir miydi?
Yolda geçen sürelerin doğru hesap edilmediğini öne süren çalışan ile İnsan Kaynakları karşı karşıya kalır mıydı? 
Eminim böyle bir uygulama hayata geçerse henüz tahmin bile edemediğimiz bir sürü soru ortaya çıkacak, trafiği ile ünlü ülkemizde ise buna benzer sorular net olarak çözüme kavuşturulamayacak bu sorulara dayanarak ikinci hipotezimi açıklıyorum; Yolda geçen süre çalışma süresinden s
 
Hiç düşündünüz mü yolda geçen sürenin çalışma süresinden sayılmasını?  Kulağa gayet mantıklı geliyor değil mi? Hangi sektörde, hangi işle meşgul olursak olalım trafikte geçen süre hepimiz için işkence oluyor. Hele ki kalabalık bir şehirde yaşıyor üstüne havalarda bozuyorsa yolda geçirdiğiniz süre daha da uzayabiliyor. Biz çalışanlar ise bu süreyi kitap okuyarak, uyuyarak, müzik dinleyerek ya da akıllı telefonları ile meşgul olarak geçirmeye çalışıyoruz.
 
Yolda Geçen Süre Çalışma Süresinden Sayılmalı Mı?
 
Birinci hipoteze göre; yolda geçen süre çalışma süresinden sayılmalı. Neticede insanlar mesai saatlerine uymak adına ya kendi imkanları ile ( Otobüs,Metro v.b) ya da şirketin imkanları ile (Servis) yolculuk yapıyorlar ve dakikalarca süren bu yolculuğu yaparak harcadıkları zamanın amacı çalışma alanlarına zamanında varabilmek. Ya da tam tersi mesai biter bitmez çalışanlar evlerinde olamayacağına göre evlerine varabilmek adına yine dakikalar süren bir yolculuk sürdürüyorlar. Dolayısı ile birinci hipoteze göre yolda geçen süre çalışma süresine dahil edilmeli.
 
 
Yolda Geçen Süre Çalışma Süresinden Sayılsa Neler Olur? 
 
Diyelim ki birinci hipoteze göre artık yolda geçen süreler çalışma sürelerine dahil edildi. Bununla beraber ortaya çıkacak ve sorular sizce nasıl olurdu bir göz atalım;
 
1-Yolda geçen süre haftalık 45 saate mi dahil olurdu? Yoksa işveren fazla mesaimi ödemek zorunda kalırdı?
2-İşveren temsilcisi çalışanlarla beraber servise binip her çalışanın evine ne kadar sürede gittiğinin kaydını mı tutardı?
3-Örneğin 30 dakikada evine giden biri o gün trafikte yaşanan bir kaza sebebiyle evine daha geç gittiğinde aradaki zaman farkı nasıl ücretlendirildi?
4-İşveren acaba çalışanları içi bir lojman yaptırıp çalışanlarını şirketin oldukça yakınına konumlandırmak isteyebilir miydi?
5-Ya da işveren madem yolda geçen süre çalışma sürelerine dahil edilecek ve çalışanıma bunun için mesai ödemesi yapacağım o halde onları yolculukları süresince çalıştırmalıyım düşüncesine kapılır mıydı? .Yani her çalışanın elinde bir telefon ve laptop ve wifi bağlantısı ile servislerimiz bir mobil işyerine çevrilebilir miydi?
6-Yolda geçen sürelerin doğru hesap edilmediğini öne süren çalışan ile İnsan Kaynakları karşı karşıya kalır mıydı? 
 
Eminim böyle bir uygulama hayata geçerse henüz tahmin bile edemediğimiz bir sürü soru ortaya çıkacak, trafiği ile ünlü ülkemizde ise buna benzer sorular net olarak çözüme kavuşturulamayacak bu sorulara dayanarak ikinci hipotezimi açıklıyorum; Yolda geçen süre çalışma süresinden sayılmasın.
    

Dünya Standartlarında İşveren Markası Yaratmak Amacıyla Türk Firmalar İçin Fırsatlar

16.09.2016 10:50
Dünya Standartlarında İşveren Markası Yaratmak Amacıyla Türk Firmalar İçin Fırsatlar
Bu yazının son paragrafında değil ilk paragrafında itiraf ediyorum. İşveren markası üzerine bir yazı hazırlama ricası geldiğinde kabul ettim. ‘İşveren Markası’ terimini son dönemlerde sıkça duymaya başlamam bu konuda bir araştırma yapmam gerekliliğini ortaya koyuyordu ancak ben sürekli erteliyordum. Ancak bu yazıyı yazabilmem için uzun süredir ertelediğim konuyu öncelikle çözmem gerektiği aşikardı.
İşveren Markası:
İşveren markası en basit anlamda “ bir şirketin çalışılabilecek en iyi yer olarak algılanması” anlamına geliyormuş. Aslında bu tür değerler ve projelerden haberdar olmam ve inanmama rağmen bunun işveren markası terimi ile ifade edilmesini yeni öğrendim. Bu terimi neden bilmediğime değilde eğer biraz daha öğrenmeyi ertelemiş olsaydım o zaman üzülürdüm sonuç itibari ile evrende bilgi sonsuz.
Şimdi sizi daha fazla sıkmadan başka bir noktaya taşımak istiyorum. İnsan Kaynakları ve İşveren Markası Uzmanı olarak 14 yıllık tecrübesini merdiyeeker.com.tr adlı sitesinde paylaşan Merdiye EKER yakın zamanda bu konu ile ilgili bir çalışma gerçekleştirerek “ Dünya Standartlarında İşveren Markası Yaratmak Amacıyla, Türk Firmalar İçin Fırsatlar” konulu bir makale hazırlamış. Okurken keyif aldığım, ilginç bulduğum ve kafama takılan birkaç noktayı paylaşıp hem kendisinin hem de konuyla ilgilenen okurların yorumlarını şimdiden beklediğimi belirtmek istiyorum.
Merdiye Hanım makalesinde diyor ki; “ Çoğu şirketler, işveren markasını zaten gelişmiş olan insan kaynakları veya pazarlama fonksiyonuna eklenmiş bir rol olarak görürken; bazı şirketler strateji kurup özel işveren marka fonksiyonlarını geliştirdiler bile..’’
Bu alanı Pazarlama Departmanı içinde mi yoksa İnsan Kaynakları Departmanı içinde mi değerlendirmek daha doğru olur? Birde ülkemizdeki sanayinin yarısından fazlasının KOBİ olduğunu düşünürsek bu alanla ilgili bir departman kurulmasına işvereni ikna etmek oldukça zor. Üstelik kanunda yaptırımı olmasına rağmen mobbing ile mücadelenin önemini bile henüz işverenine anlatamamış yüzlerce İnsan Kaynakları Profesyoneli mevcutken. Son yıllarda ülkemizde özellikle bankacılık sektöründe mutlu çalışanlar yaratmanın önemi anlaşılmış olacak ki mutluluk departmanlarının kurulduğunu duymaya başlamıştık. İşveren Markası departmanlarının oluşturulmasında ya da bu konunun ciddi olarak ele alınmasında bankacılık sektörü diğer sektörlere nazaran daha somut adımlar atıyor diyebilir miyiz?
Merdiye Hanım makalesinde diyor ki; “ Çalışan değer önerisi tekrar değerlendirilmeli; böylece ödüller, tazminat gibi geleneksel kazançlara nazaran 2017 ‘de rağbet gören destekleyici liderler ve ilginç iş kavramı, kariyer ve şahsi gelişim, keyifli iş yeri, arkadaşlık, esneklik gibi daha fazla soyut kazançlarla aynı çizgide kalınmalı. Bunlar önem taşırken, araştırmanın gösterdiğine göre çalışanlar, maddi olmayan kazançlar kuvvetliyse şirketlere kuvvetle muhtemel bağlanacakladır.
Yıllardan beri konuşuruz ve halada konuşmaya devam ediyoruz iş hayatında Y kuşağını. Onları mutlu etmek ve kurumsal aidiyet duygusunu oluşturabilmek için ücret ve yan haklar yeterli değildir. “İnsan ihtiyaçları sınırsız dünya kaynakları sınırlıdır.” Bu söz ekonominin temelini oluşturur. Dolayısı ile şirketler çalışanlarını elde tutabilmek için dolgun ücretler yerine başka şeyler vaad etmeliler. Keyifli bir iş ortamı, esneklik, kariyer olanakları vb. Aldığı ücretten memnun olmadığı halde keyifli bir çalışma ortamına sahip olduğu için ya da kariyerini sürekli geliştirecek fırsatlar kendisine sunulduğu için yıllardır aynı şirkette çalışan kişiler tanıyorum. Eğer bu kişiler farklı konularla motive olmamış olsalardı şu an piyasada çok yüksek düzeyde olan çalışan sirkülasyonunun içinde yer alıyor olacaklardı. Dolayısı ile Merdiye Hanım’ın bahsetmiş olduğu üzere “Çalışanlar, maddi olmayan kazançlar kuvvetliyse şirketlere kuvvetle muhtemel bağlanacakladır.” Tespitine katılıyorum.
Bu nefis makalenin içeriğine aşağıda yer alan bağlantıdan ulaşabilirsiniz.
https://merdiyeeker.com.tr/2016/08/31/dunya-standartlarinda-isveren-markasi-yaratmak-amaciyla-turk-firmalar-icin-firsatlar/
Merdiye EKER Kimdir?
Özel sektörde 14 yıllık tecrübesiyle İnsan Kaynakları ve İşveren Markası Uzmanı. Ödül sahibi blogger, hizmet döngüsüne karşın, tutarlı bir çalışan deneyimini içine alan ekiplerde, entegre kültüre odaklanarak işveren markalarını geliştirecek liderlere talimatlar ve öngörüler sağlar. Merdiye, firmaların, gelişimlerinde, insan odaklı markaya dikkat ederlerse Türkiye’de cazip ve kalıcı stratejiler elde edeceklerine inanıyor.
 
  

 

Bu yazının son paragrafında değil ilk paragrafında itiraf ediyorum. İşveren markası üzerine bir yazı hazırlama ricası geldiğinde kabul ettim. ‘İşveren Markası’ terimini son dönemlerde sıkça duymaya başlamam bu konuda bir araştırma yapmam gerekliliğini ortaya koyuyordu ancak ben sürekli erteliyordum. Ancak bu yazıyı yazabilmem için uzun süredir ertelediğim konuyu öncelikle çözmem gerektiği aşikardı.

İşveren Markası:

İşveren markası en basit anlamda “ bir şirketin çalışılabilecek en iyi yer olarak algılanması” anlamına geliyormuş. Aslında bu tür değerler ve projelerden haberdar olmam ve inanmama rağmen bunun işveren markası terimi ile ifade edilmesini yeni öğrendim. Bu terimi neden bilmediğime değilde eğer biraz daha öğrenmeyi ertelemiş olsaydım o zaman üzülürdüm sonuç itibari ile evrende bilgi sonsuz.

Şimdi sizi daha fazla sıkmadan başka bir noktaya taşımak istiyorum. İnsan Kaynakları ve İşveren Markası Uzmanı olarak 14 yıllık tecrübesini merdiyeeker.com.tr adlı sitesinde paylaşan Merdiye EKER yakın zamanda bu konu ile ilgili bir çalışma gerçekleştirerek “ Dünya Standartlarında İşveren Markası Yaratmak Amacıyla, Türk Firmalar İçin Fırsatlar” konulu bir makale hazırlamış. Okurken keyif aldığım, ilginç bulduğum ve kafama takılan birkaç noktayı paylaşıp hem kendisinin hem de konuyla ilgilenen okurların yorumlarını şimdiden beklediğimi belirtmek istiyorum.

Merdiye Hanım makalesinde diyor ki; “ Çoğu şirketler, işveren markasını zaten gelişmiş olan insan kaynakları veya pazarlama fonksiyonuna eklenmiş bir rol olarak görürken; bazı şirketler strateji kurup özel işveren marka fonksiyonlarını geliştirdiler bile..’’

Bu alanı Pazarlama Departmanı içinde mi yoksa İnsan Kaynakları Departmanı içinde mi değerlendirmek daha doğru olur? Birde ülkemizdeki sanayinin yarısından fazlasının KOBİ olduğunu düşünürsek bu alanla ilgili bir departman kurulmasına işvereni ikna etmek oldukça zor. Üstelik kanunda yaptırımı olmasına rağmen mobbing ile mücadelenin önemini bile henüz işverenine anlatamamış yüzlerce İnsan Kaynakları Profesyoneli mevcutken. Son yıllarda ülkemizde özellikle bankacılık sektöründe mutlu çalışanlar yaratmanın önemi anlaşılmış olacak ki mutluluk departmanlarının kurulduğunu duymaya başlamıştık. İşveren Markası departmanlarının oluşturulmasında ya da bu konunun ciddi olarak ele alınmasında bankacılık sektörü diğer sektörlere nazaran daha somut adımlar atıyor diyebilir miyiz?

Merdiye Hanım makalesinde diyor ki; “ Çalışan değer önerisi tekrar değerlendirilmeli; böylece ödüller, tazminat gibi geleneksel kazançlara nazaran 2017 ‘de rağbet gören destekleyici liderler ve ilginç iş kavramı, kariyer ve şahsi gelişim, keyifli iş yeri, arkadaşlık, esneklik gibi daha fazla soyut kazançlarla aynı çizgide kalınmalı. Bunlar önem taşırken, araştırmanın gösterdiğine göre çalışanlar, maddi olmayan kazançlar kuvvetliyse şirketlere kuvvetle muhtemel bağlanacakladır.

Yıllardan beri konuşuruz ve halada konuşmaya devam ediyoruz iş hayatında Y kuşağını. Onları mutlu etmek ve kurumsal aidiyet duygusunu oluşturabilmek için ücret ve yan haklar yeterli değildir. “İnsan ihtiyaçları sınırsız dünya kaynakları sınırlıdır.” Bu söz ekonominin temelini oluşturur. Dolayısı ile şirketler çalışanlarını elde tutabilmek için dolgun ücretler yerine başka şeyler vaad etmeliler. Keyifli bir iş ortamı, esneklik, kariyer olanakları vb. Aldığı ücretten memnun olmadığı halde keyifli bir çalışma ortamına sahip olduğu için ya da kariyerini sürekli geliştirecek fırsatlar kendisine sunulduğu için yıllardır aynı şirkette çalışan kişiler tanıyorum. Eğer bu kişiler farklı konularla motive olmamış olsalardı şu an piyasada çok yüksek düzeyde olan çalışan sirkülasyonunun içinde yer alıyor olacaklardı. Dolayısı ile Merdiye Hanım’ın bahsetmiş olduğu üzere “Çalışanlar, maddi olmayan kazançlar kuvvetliyse şirketlere kuvvetle muhtemel bağlanacakladır.” Tespitine katılıyorum.

Bu nefis makalenin içeriğine aşağıda yer alan bağlantıdan ulaşabilirsiniz.

https://merdiyeeker.com.tr/2016/08/31/dunya-standartlarinda-isveren-markasi-yaratmak-amaciyla-turk-firmalar-icin-firsatl

 

Merdiye EKER Kimdir?

 

Özel sektörde 14 yıllık tecrübesiyle İnsan Kaynakları ve İşveren Markası Uzmanı. Ödül sahibi blogger, hizmet döngüsüne karşın, tutarlı bir çalışan deneyimini içine alan ekiplerde, entegre kültüre odaklanarak işveren markalarını geliştirecek liderlere talimatlar ve öngörüler sağlar. Merdiye, firmaların, gelişimlerinde, insan odaklı markaya dikkat ederlerse Türkiye’de cazip ve kalıcı stratejiler elde edeceklerine inanıyor.

 

Kaynakça:https://merdiyeeker.com.tr/

 

  

Zorunlu Bireysel Emeklilik Sistemi

20.08.2016 11:19
Zorunlu Bireysel Emeklilik Sistemi
Yaşam şartlarının her geçen gün daha çok zorlaştığı ülkemizde, aldığımız ücreti bırakın arttırmayı enflasyon karşısında muhafaza edebilmek bile önemli bir başarı haline geldi. Son günlerde ise mecliste kabul edilen ve yasalaşan kısaltılmış olarak BES dediğimiz Bireysel Emeklilik Sistemine katılım zorunlu hale geldi. Bireysel Emeklilik Nedir? Nasıl çalışır? gibi konulara girmeyeceğim zaten uzun dönemdir gündemde olan bu konu hakkında herkesin az çok bir fikri var yine de aşağıda yeni kanunla ilgili detaylara ulaştığınızda fikrinizde daha sağlam bir zemine ulaşacak.
Bireysel Emeklilik Sistemi Zorunlu Mu?
Daha önce Bireysel Emeklilik Sistemine dahil olmak bireylerin kendi tercihi iken mevut kanunla birlikte İşveren 45 yaşını doldurmamış ücret karşılığı çalışan her işçisini için hazine müsteşarlığının belirleyeceği bir fona kaydederek sisteme sokmak zorunda kalacak.
Katkı Payı Ne Kadar Olacak?
Her ay çalışanın elde ettiği prime esas kazancın %3 ne karşılık gelecek tutar fona aktarılacak bu oranı iki katına kadar çıkartmaya veya %1’e kadar düşürmeye yetkili merci ise bakanlar kurulu olacak. İşveren çalışanının ücretini ödediği günü takip eden gün olarak belirlenen orandaki katkı payını sisteme ödemek zorunda kalacak. İşveren bu parayı zamanında fona aktarmazsa çalışanın parasal kaybından da sorumlu konuma düşecek.
Sisteme Katılmak Zorunlu mu?
Ücret karşılığında çalışıp 45 yaşını doldurmamış herkesin sisteme katılması zorunlu ancak devam etmesi değil. Şöyle ki; Eğer çalışan iki ay içerisinde işverene müracaat ederse müracaat tarihini takiben 10 iş günü içerisinde fona aktarılan tutarı ve fondan gelir elde etmişse bu geliri işverenden alabilecek.
Teşvikler Neler?
Sistemi cazip hale getirmek için uygulanan teşviklerde mevcut. bu teşviklerden birisi iki ay sonrada sistemde kalmayı tercih edenler için bir defaya mahsus olarak devlet katkısı olarak verilecek 100 TL olacak. Yatırılan %3 oranındaki prim tutarına eşdeğer gelecek ücret üzerinden devletin %25 oranındaki katkısı devam edecek. Eğer kişi, fonda biriken tutarı 10 yıl sonra toplu olarak almaz aylık maaş olarak almayı tercih ederse biriken tutara ek olarak devlet tarafından %5 oranında bir katkı payı daha alması söz konusu olacak. 
Düzenleme Ne Zaman Yürürlüğe Girecek?
Düzenleme 1 Ocak 2017 tarihi itibari ile yürürlüğe girecek olup işveren kanunla konulan düzenlemelere uymaz, yükümlülüklerini yerine getirmezse her ihlal için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca 100 TL tutarında idari para cezasına çarptırılacak.
 
     

 

Yaşam şartlarının her geçen gün daha çok zorlaştığı ülkemizde, aldığımız ücreti bırakın arttırmayı enflasyon karşısında muhafaza edebilmek bile önemli bir başarı haline geldi. Son günlerde ise mecliste kabul edilen ve yasalaşan kısaltılmış olarak BES dediğimiz Bireysel Emeklilik Sistemine katılım zorunlu hale geldi. Bireysel Emeklilik Nedir? Nasıl çalışır? gibi konulara girmeyeceğim zaten uzun dönemdir gündemde olan bu konu hakkında herkesin az çok bir fikri var yine de aşağıda yeni kanunla ilgili detaylara ulaştığınızda fikrinizde daha sağlam bir zemine ulaşacak.

 

 

Bireysel Emeklilik Sistemi Zorunlu Mu?

Daha önce Bireysel Emeklilik Sistemine dahil olmak bireylerin kendi tercihi iken mevut kanunla birlikte İşveren 45 yaşını doldurmamış ücret karşılığı çalışan her işçisini hazine müsteşarlığının belirleyeceği bir fona kaydederek sisteme sokmak zorunda kalacak.

Katkı Payı Ne Kadar Olacak?

Her ay çalışanın elde ettiği prime esas kazancın %3'ne karşılık gelecek tutar fona aktarılacak bu oranı iki katına kadar çıkartmaya veya %1’e kadar düşürmeye yetkili merci ise bakanlar kurulu olacak. İşveren çalışanının ücretini ödediği günü takip eden gün olarak belirlenen orandaki katkı payını sisteme ödemek zorunda kalacak. İşveren bu parayı zamanında fona aktarmazsa çalışanın parasal kaybından da sorumlu konuma düşecek.

Sisteme Katılmak Zorunlu mu?

Ücret karşılığında çalışıp 45 yaşını doldurmamış herkesin sisteme katılması zorunlu ancak devam etmesi değil. Şöyle ki; Eğer çalışan iki ay içerisinde işverene müracaat ederse müracaat tarihini takiben 10 iş günü içerisinde fona aktarılan tutarı ve fondan gelir elde etmişse bu geliri işverenden alabilecek.

Teşvikler Neler?

Sistemi cazip hale getirmek için uygulanan teşviklerde mevcut. bu teşviklerden birisi iki ay sonrada sistemde kalmayı tercih edenler için bir defaya mahsus olarak devlet katkısı olarak verilecek 1000 TL olacak. Yatırılan %3 oranındaki prim tutarına eşdeğer gelecek ücret üzerinden devletin %25 oranındaki katkısı devam edecek. Eğer kişi, fonda biriken tutarı 10 yıl sonra toplu olarak almaz aylık maaş olarak almayı tercih ederse biriken tutara ek olarak devlet tarafından %5 oranında bir katkı payı daha alması söz konusu olacak. 

Düzenleme Ne Zaman Yürürlüğe Girecek?

Düzenleme 1 Ocak 2017 tarihi itibari ile yürürlüğe girecek olup işveren kanunla konulan düzenlemelere uymaz, yükümlülüklerini yerine getirmezse her ihlal için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca 100 TL tutarında idari para cezasına çarptırılacak.

Kaynakça: https://www.cnnturk.com/

               https://www.yenisafak.com/

     

Kariyer Olanakları Mı? Huzur Mu? Ücret Mi?

13.08.2016 17:53
Kariyer Olanakları Mı? Huzur Mu? Ücret Mi?
 Gelecek kaygısı taşımayan bir üniversite öğrencisi arkadaşım ile yaptığım kısa sohbet sebep oldu bu makaleyi yazmaya. Belki de bu makaleyi yazarak onun hayalini kurduğu geleceğin hiç de öyle kolay gelmeyeceğinin cevabını vermek istiyorum. Neden yüzüne söylemedim derseniz hem ona bu kadar detaylı anlatacak vaktim, hem de hayallerini bozguna uğratmaya cesaretim yoktu.
Kendisi orta halli bir üniversitede İktisat okuyor. Tek hedefinin okulu bitirmek daha sonra kesinlikle yabancı sermayeli kurumsal bir şirkette kariyer olarak kendini geliştireceği, çeşitli projelerde yer alabileceği, huzurlu bir ortam olduğunu söylüyor. Bir de başlangıç olarak 2500 TL’nin altında çalışmayacağını söyledi. Hatta baktım mutlu değilim bana iş mi yok çıkar başka işe girerim diyecek kadar cesaretli.
İşte tam da bu noktada 3 anahtar kelime öne çıkıyor; Kariyer Olanakları-Huzur-Ücret ve Yan Haklar 
Bu anahtar kelimeler eğitim sisteminin artık son kavşağında olup iş hayatına atılacak olan herkesin hayalidir. Yıllar önce benim hayalimdi. Bugün bu arkadaşımın hayali ilerleyen yıllarda başkalarının hayali olacak. Şimdi bu üç anahtar kelimeyi biraz daha açmak istiyorum.
Huzur: İş hayatına yeni atılan biri için ekonomik bağımsızlığını kazanmak ve bireysel yaşam şartlarını iyileştirmek ilk etapta düşünülebilir. Ancak daha önemlisi ayaklarının geri geri gitmediği çalışma arkadaşlarını sosyal hayatına entegre edecek bir iş ortamına sahip olmak ve en önemlisi çalışma arkadaşlarınızla birbirinizi psikolojik olarak yıpratmadığınız, uyumlu bir iletişiminizin olması.
Ücret ve Yan Haklar:
Ücret ve Yan Haklar bu denklemin en hassas noktası. Bireylerin ekonomik durumu, yaşam koşulları, gelecek beklentilerine göre değişiklik gösterebilir. Ancak ben yeni bir mezunun şu kadar paradan aşağı çalışmam deme lüksü olduğunu düşünmüyorum. Hele ki ülkemizdeki eğitim sistemini düşündüğümüzde hiç bir mezunumuz bence iş hayatına hazır değil. Dolayısı ile ben üniversite mezunuyum asgari ücretle çalışmam gibi yanlış düşüncelere girmeyin. Benim sevdiğim bir söz var; ‘Siz bir yerden başlayın kafanızı doldurmaya kafanızı doldurduklarınız zamanla cebinizi de dolduracaktır.’ Ya da hayal kurmaya devam edebilirsiniz. Sonuçta hayaller Apple, hayatlar ……. Tic. Sn. Ltd. Şti.  
Kariyer Olanakları:
Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisini hatırlayın piramitin üstünde ne vardı? Kendini gerçekleştirmek. Ekonomik bağımsızlığınızı ilan ettiniz, sizi mutlu eden bir geliriniz ve düzenli bir işiniz var. ancak motivasyon kaybına uğramamak için kendinizi değerli hissetmeniz lazım. İşte bu noktada şirketin sizin için çizdiği kariyer imkanları önemli. Hangi projelerinizi desteklediği, sizin şirket hedeflerine ulaşmanız için almanız gereken yönetsel veya yetkinlik kazandırıcı eğitim programlarına bakış açısı ve geri bildirimlerde bulunarak motivasyonunuzu diri tutması gibi. 
Şu ana kadar bu üç anahtar noktayı bir arada yakalayamamış biri olarak sevgili arkadaşımın adına ben soruyorum. Var Mıdır? Mümkün Müdür? Ya da bu üç anahtar kelimeden siz kendinize nasıl bir sıralama gerçekleştirirdiniz?
   

Gelecek kaygısı taşımayan bir üniversite öğrencisi arkadaşım ile yaptığım kısa sohbet sebep oldu bu makaleyi yazmaya. Belki de bu makaleyi yazarak onun hayalini kurduğu geleceğin hiç de öyle kolay gelmeyeceğinin cevabını vermek istiyorum. Neden yüzüne söylemedim derseniz hem ona bu kadar detaylı anlatacak vaktim, hem de hayallerini bozguna uğratmaya cesaretim yoktu.

Kendisi orta halli bir üniversitede İktisat okuyor. Tek hedefinin okulu bitirmek daha sonra kesinlikle yabancı sermayeli kurumsal bir şirkette kariyer olarak kendini geliştireceği, çeşitli projelerde yer alabileceği, huzurlu bir ortam olduğunu söylüyor. Bir de başlangıç olarak 2500 TL’nin altında çalışmayacağını söyledi. Hatta baktım mutlu değilim bana iş mi yok çıkar başka işe girerim diyecek kadar cesaretli.

İşte tam da bu noktada 3 anahtar kelime öne çıkıyor; Kariyer Olanakları-Huzur-Ücret ve Yan Haklar 

Bu anahtar kelimeler eğitim sisteminin artık son kavşağında olup iş hayatına atılacak olan herkesin hayalidir. Yıllar önce benim hayalimdi. Bugün bu arkadaşımın hayali ilerleyen yıllarda başkalarının hayali olacak. Şimdi bu üç anahtar kelimeyi biraz daha açmak istiyorum.

Huzur: İş hayatına yeni atılan biri için ekonomik bağımsızlığını kazanmak ve bireysel yaşam şartlarını iyileştirmek ilk etapta düşünülebilir. Ancak daha önemlisi ayaklarının geri geri gitmediği çalışma arkadaşlarını sosyal hayatına entegre edecek bir iş ortamına sahip olmak ve en önemlisi çalışma arkadaşlarınızla birbirinizi psikolojik olarak yıpratmadığınız, uyumlu bir iletişiminizin olması.

Ücret ve Yan Haklar:

Ücret ve Yan Haklar bu denklemin en hassas noktası. Bireylerin ekonomik durumu, yaşam koşulları, gelecek beklentilerine göre değişiklik gösterebilir. Ancak ben yeni bir mezunun şu kadar paradan aşağı çalışmam deme lüksü olduğunu düşünmüyorum. Hele ki ülkemizdeki eğitim sistemini düşündüğümüzde hiç bir mezunumuz bence iş hayatına hazır değil. Dolayısı ile ben üniversite mezunuyum asgari ücretle çalışmam gibi yanlış düşüncelere girmeyin. Benim sevdiğim bir söz var; ‘Siz bir yerden başlayın kafanızı doldurmaya kafanızı doldurduklarınız zamanla cebinizi de dolduracaktır.’ Ya da hayal kurmaya devam edebilirsiniz. Sonuçta hayaller Apple, hayatlar ……. Tic. Sn. Ltd. Şti.  

Kariyer Olanakları:

Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisini hatırlayın piramitin üstünde ne vardı? Kendini gerçekleştirmek. Ekonomik bağımsızlığınızı ilan ettiniz, sizi mutlu eden bir geliriniz ve düzenli bir işiniz var. ancak motivasyon kaybına uğramamak için kendinizi değerli hissetmeniz lazım. İşte bu noktada şirketin sizin için çizdiği kariyer imkanları önemli. Hangi projelerinizi desteklediği, sizin şirket hedeflerine ulaşmanız için almanız gereken yönetsel veya yetkinlik kazandırıcı eğitim programlarına bakış açısı ve geri bildirimlerde bulunarak motivasyonunuzu diri tutması gibi. 

Şu ana kadar bu üç anahtar noktayı bir arada yakalayamamış biri olarak sevgili arkadaşımın adına ben soruyorum. Var Mıdır? Mümkün Müdür? Ya da bu üç anahtar kelimeden siz kendinize nasıl bir sıralama gerçekleştirirdiniz?

   

Mülakat Anılarımla İşe Alımcılardan Öğrendiklerim

25.06.2016 21:19
İŞE ALIMCILARDAN ÖĞRENDİKLERİM
Vatani görevi tamamladıktan sonra çok özlediğim çalışma hayatına bir an önce dönmenin hayali ve hırsıyla birazda hızlı hareket ederek iş arayışı içine girmiştim. Bu süreç içerisinde işsizlik psikolojisi ve bu psikoloji ile başa çıkabilme gibi teknikler sürekli araştırdığım ve uygulamaya çalıştığım bir konu haline dönüştü. Çok farklı sektörlerde, çok farklı insan kaynakları profesyonelleri ile tanıştığım gibi kulaklarınıza inanamayacağınız mülakat anıları yaşadım. Aslında askerlik engelinin ortadan kalkmasının ardından tecrübemde olduğunu varsaydığımda hayalini kurduğum işe çabuk ulaşacağımı düşünürken, her ne kadar iş görüşmesi için geri dönüşler alsam da inanılmaz gergin ve gülünç görüşmeler geçirdim. Görüştüğüm işe alımcılar ya da İK profesyonellerinde gördüğüm birçok olumsuz davranışı kendi gerçekleştireceğim mülakatlarda yapmamak üzere feyz aldım. Ben bu satırları yazarken inanın hala gülüyorum ve sinirleniyorum. Bu makaleyi okurken kendinizi benim yerime koyup empati yaparsanız eminim sizde benzer duyguları hissedeceksiniz. 
İlk görüşmem inşaat sektöründe faaliyet gösteren bir şirketle oldu. Ancak yine ulaşım sebebiyle aynı zamanda şirketin mali problemleri sebebiyle ben olumsuz sonuçlandırdım görüşmeyi. Bu görüşmede en çok dikkatimi çeken konu mülakatçının bana şirketin özel durumu hakkında bilgi vermesi oldu konu şöyle; ‘ Cihan Bey, bu bilgilerin gizli kalacağını temenni ederek sizinle paylaşıyorum, şirket biraz plansız ve agresif büyümeye yapmaya kalkmış bu yüzden mali problemleri var yani maaşınızı zamanında alamayabilirsiniz, gecikmeler yaşanabiliyor. Bunu söylüyorum çünkü eğer birlikte çalışırsak ilerde bu konu yüzünden motivasyonunuzun bozulmasını istemem.’ Mülakatçı bu hareketi ile gerçekten takdirimi kazandı.      
Birkaç haftalık aranın ardından, yine inşaat ve yapı malzemeleri alanında faaliyet gösteren bir holdinge iş görüşmesine gittim. Bu mülakatçı bayandan son derece etkilendim. Mülakat tarzı,iş konusunda beni bilgilendirmesi, benden beklentileri, beni olumlu bulduğunu söylemesi.İlk görüşmemizde ücret konusundaki teklifini de kabul ettim. Hani şimdi çalışmaya başla demiş olsa inanın başlardım. Bana çalışacağım odayı dahi gösterdi. Ancak bir kaç adayla daha görüşme programı olduğunu bana önümüzdeki hafta mutlaka haber vereceğini söyledi. Günleri saya saya bitiremiyordum. Söylediği gün gelip çattığında ise beni aramadı. Asıl ilginç olanı ben onu aradığımda o mülakatçı bayan sanki hiç görüşme yapmamışız gibi soğuk bir tavırla belirttiğiniz ilanımız kapandı. Eğer bir arayışımız olursa tekrar size ulaşırız diyerek telefonu kapattı. Düşündüğümde hala bu tavıra anlam veremiyorum. Ancak bu bana şunu öğretti; mülakat ne kadar olumlu geçerse geçsin bu o anda adaya asla hissettirilmemeli yoksa adayı gereksiz bir beklentiye sokup büyük hayal kırıklığına uğratabilirsiniz. Benim gibi..
Üçüncü görüşme deneyimim ise tam bir fiyasko. Linkedin aracılığıyla işe alım uzmanı arayan bir İK Danışmanlık şirketine gittim. Bana İK’nın hangi fonksiyonunu biliyorsun gibi bir soru sordu. Bende bildiklerimi, tecrübelerimi ve projelerimi anlattım. Ben anlatıyorum o telefonu ile oynuyor! Her neyse bana evet hepsi hakkında bir tecrüben var ama hiçbirine tam olarak vakıf değilsin aslında gibi bir cümle kullandı. O an kafamda şimşekler çaktı. Derin bir nefes alıp sakin olmaya çalışırken not defterimi kafasına fırlatmamak üzere kendimi zor tutuyordum. Bunun bir stres mülakatı olma olasılığı aklıma geldi. Sonra arka odalardan birini çağırdı. Bak bu benim yeğenim dedi onu burada IEP ile çalıştırmaya başladım. Oda senin yaşında eğer anlaşırsak senide bu şekilde başlatmak istiyorum dedi. Ben şaşırmış, kulaklarıma inanamazken ağzımdan olabilir kelimesinin döküldüğüne inanamıyordum. Hiçbir iş tecrübesi olmayan bay torpil ile aynı şartlarda işe başlayacağım. Hem de tecrübesi olan ve uzman pozisyonunda biri olarak 2 hafta sonra beni aradığında iş bulduğumu söyleyerek saçma teklifini kabul etmedim. 
Bordro ve özlük işlemleri uzman yardımcısı pozisyonunda çok önemli bir hastaneye iş görüşmesine gittim. Bordro ve özlük işleri yöneticisi ve bir işe alım uzmanı ile karşılaştım. Çok soğuk, kendini kaf dağlarının zirvesinde gören muhtemel yöneticimi kesinlikle sevmedim. Bana ters sorular soruyor verdiğim mantıklı cevaplar onu bir türlü tatmin etmiyordu. Tam görüşme bitmiş kalkmak üzereyken sevgili işe alım uzmanımız çok önemli bir detayı atladığını hatırlayarak bana mülakatın başında vermesi gereken hastane ve bağlı olduğu holdingin tarihçesini anlatmaya başladı. Kesinlikle benle çalışmak istemeyeceğine emin olduğum yönetici, ay sonunda olumlu ya da olumsuz mutlaka dönüş yapacakların söyledi. Tahmin edeceğiniz üzere yapmadılar. Bende kesinlikle orada çalışmayı düşünmememe rağmen pozisyonla ilgili son durumu öğrenmek için mail attım. Ancak şu tarihe kadar hala yanıt alabilmiş değilim.
Beyaz eşya ve otomotiv sektörüne yedek parça üreten son derece kurumsal bir şirkete iş görüşmesine gittim. O kadar kurumsal ki insan kaynakları müdürünün yanında bir de yönetim kurulu danışmanı mülakata katıldı. Başvurduğum pozisyonun aksine Bordro ve özlük işleri konusunda uzman, tüm kanuni sürece hakim, işleri tek başına yönetebilecek birini aradıklarını söylediler. Ben de tüm dürüstlüğümle belirttiğiniz pozisyonla ilgili teorik bilgim ve tecrübem var ancak bu işi tek başına yürütebilecek yetkinliğe sahip olmadığımı söyledim. Birbirimize teşekkür ederek ayrıldık. O gün olumsuz olarak ayrıldıktan 1,5 ay sonra aynı şirket tekrar arayıp daha önce görüştüğümüzü hatırlatarak iş arayışımın devam edip etmediğini sordu. Bende devam etmediğini söyleyerek teşekkür ettim. Acaba o gün mülakatta bende göremeyip 1,5 ay sonra gördükleri ya da hatırladıkları ne oldu hala merak ediyorum.  
Son deneyimim ise insan kaynakları uzmanı olarak başvurduğum denizcilik sektöründe faaliyet göstere bir şirket. Görüşme yaptığı patronla iş konusunda anlamıştık ama ücret konusunda bir türlü anlaşamıyorduk. 100 lira için 15 dakika pazarlık yaptık. Bir an için kendimi kurban pazarlığında sandım. Neyse o konuyu da hallettik ama içim rahat değildi. Bir türlü bu patron, bu şirket içime sinmiyordu. Buradaki çalışma maceram 2 gün sürdü ve ayrıldım. Bu konu ile ilgili daha uzun bir makale yazacağım. 
Şu an oyuncak sektöründe lider olan bir şirkette işe alım uzmanı olarak çalışıyorum. Makalenin başında da belirttiğim gibi hayalini kurduğum bir kurumsal yapı ve pozisyon. Bir hafta öncesine kadar aday koltuğunda oturduğum mülakatlarda artık koltuğun diğer tarafındayım. Yaşadığım mülakat süreci adayla empati yapmam ve mülakatlarda neyi yapıp neyi yapmamam konusunda bana önemli bir referans oldu. Özellikle siz İK Profesyonelleri; yarın o aday koltuğunda oturuyor olabilirsiniz ve siz sevgili adaylar sabredin, azmedin, ümit edin koltuğunuzun adresi her an değişebilir. İşte bu yüzden İNSANA SAYGI!
     
 
Vatani görevi tamamladıktan sonra çok özlediğim çalışma hayatına bir an önce dönmenin hayali ve hırsıyla birazda hızlı hareket ederek iş arayışı içine girmiştim. Bu süreç içerisinde işsizlik psikolojisi ve bu psikoloji ile başa çıkabilme gibi teknikler sürekli araştırdığım ve uygulamaya çalıştığım bir konu haline dönüştü. Çok farklı sektörlerde, çok farklı insan kaynakları profesyonelleri ile tanıştığım gibi kulaklarınıza inanamayacağınız mülakat anıları yaşadım. Aslında askerlik engelinin ortadan kalkmasının ardından tecrübemde olduğunu varsaydığımda hayalini kurduğum işe çabuk ulaşacağımı düşünürken, her ne kadar iş görüşmesi için geri dönüşler alsam da inanılmaz gergin ve gülünç görüşmeler geçirdim. Görüştüğüm işe alımcılar ya da İK profesyonellerinde gördüğüm birçok olumsuz davranışı kendi gerçekleştireceğim mülakatlarda yapmamak üzere feyz aldım. Ben bu satırları yazarken inanın hala gülüyorum ve sinirleniyorum. Bu makaleyi okurken kendinizi benim yerime koyup empati yaparsanız eminim sizde benzer duyguları hissedeceksiniz. 
 
İlk görüşmem inşaat sektöründe faaliyet gösteren bir şirketle oldu. Ancak yine ulaşım sebebiyle aynı zamanda şirketin mali problemleri sebebiyle ben olumsuz sonuçlandırdım görüşmeyi. Bu görüşmede en çok dikkatimi çeken konu mülakatçının bana şirketin özel durumu hakkında bilgi vermesi oldu konu şöyle; ‘ Cihan Bey, bu bilgilerin gizli kalacağını temenni ederek sizinle paylaşıyorum, şirket biraz plansız ve agresif büyüme yapmaya kalkmış bu yüzden mali problemleri var yani maaşınızı zamanında alamayabilirsiniz, gecikmeler yaşanabiliyor. Bunu söylüyorum çünkü eğer birlikte çalışırsak ilerde bu konu yüzünden motivasyonunuzun bozulmasını istemem.’ Mülakatçı bu hareketi ile gerçekten takdirimi kazandı.      
 
Birkaç haftalık aranın ardından, yine inşaat ve yapı malzemeleri alanında faaliyet gösteren bir holdinge iş görüşmesine gittim. Bu mülakatçı bayandan son derece etkilendim. Mülakat tarzı,iş konusunda beni bilgilendirmesi, benden beklentileri, beni olumlu bulduğunu söylemesi.İlk görüşmemizde ücret konusundaki teklifini de kabul ettim. Hani şimdi çalışmaya başla demiş olsa inanın başlardım. Bana çalışacağım odayı dahi gösterdi. Ancak bir kaç adayla daha görüşme programı olduğunu bana önümüzdeki hafta mutlaka haber vereceğini söyledi. Günleri saya saya bitiremiyordum. Söylediği gün gelip çattığında ise beni aramadı. Asıl ilginç olanı ben onu aradığımda o mülakatçı bayan sanki hiç görüşme yapmamışız gibi soğuk bir tavırla belirttiğiniz ilanımız kapandı. Eğer bir arayışımız olursa tekrar size ulaşırız diyerek telefonu kapattı. Düşündüğümde hala bu tavıra anlam veremiyorum. Ancak bu bana şunu öğretti; mülakat ne kadar olumlu geçerse geçsin bu o anda adaya asla hissettirilmemeli yoksa adayı gereksiz bir beklentiye sokup büyük hayal kırıklığına uğratabilirsiniz. Benim gibi..
 
Üçüncü görüşme deneyimim ise tam bir fiyasko. Linkedin aracılığıyla işe alım uzmanı arayan bir İK Danışmanlık şirketine gittim. Bana İK’nın hangi fonksiyonunu biliyorsun gibi bir soru sordu. Bende bildiklerimi, tecrübelerimi ve projelerimi anlattım. Ben anlatıyorum o telefonu ile oynuyor! Her neyse bana evet hepsi hakkında bir tecrüben var ama hiçbirine tam olarak vakıf değilsin aslında gibi bir cümle kullandı. O an kafamda şimşekler çaktı. Derin bir nefes alıp sakin olmaya çalışırken not defterimi kafasına fırlatmamak üzere kendimi zor tutuyordum. Bunun bir stres mülakatı olma olasılığı aklıma geldi. Sonra arka odalardan birini çağırdı. Bak bu benim yeğenim dedi onu burada IEP ile çalıştırmaya başladım. Oda senin yaşında eğer anlaşırsak senide bu şekilde başlatmak istiyorum dedi. Ben şaşırmış, kulaklarıma inanamazken ağzımdan olabilir kelimesinin döküldüğüne inanamıyordum. Hiçbir iş tecrübesi olmayan bay torpil ile aynı şartlarda işe başlayacağım. Hem de tecrübesi olan ve uzman pozisyonunda biri olarak 2 hafta sonra beni aradığında iş bulduğumu söyleyerek saçma teklifini kabul etmedim. 
 
Bordro ve özlük işlemleri uzman yardımcısı pozisyonunda çok önemli bir hastaneye iş görüşmesine gittim. Bordro ve özlük işleri yöneticisi ve bir işe alım uzmanı ile karşılaştım. Çok soğuk, kendini kaf dağlarının zirvesinde gören muhtemel yöneticimi kesinlikle sevmedim. Bana ters sorular soruyor verdiğim mantıklı cevaplar onu bir türlü tatmin etmiyordu. Tam görüşme bitmiş kalkmak üzereyken sevgili işe alım uzmanımız çok önemli bir detayı atladığını hatırlayarak bana mülakatın başında vermesi gereken hastane ve bağlı olduğu holdingin tarihçesini anlatmaya başladı. Kesinlikle benle çalışmak istemeyeceğine emin olduğum yönetici, ay sonunda olumlu ya da olumsuz mutlaka dönüş yapacakların söyledi. Tahmin edeceğiniz üzere yapmadılar. Bende kesinlikle orada çalışmayı düşünmememe rağmen pozisyonla ilgili son durumu öğrenmek için mail attım. Ancak şu tarihe kadar hala yanıt alabilmiş değilim.
 
Beyaz eşya ve otomotiv sektörüne yedek parça üreten son derece kurumsal bir şirkete iş görüşmesine gittim. O kadar kurumsal ki insan kaynakları müdürünün yanında bir de yönetim kurulu danışmanı mülakata katıldı. Başvurduğum pozisyonun aksine Bordro ve özlük işleri konusunda uzman, tüm kanuni sürece hakim, işleri tek başına yönetebilecek birini aradıklarını söylediler. Ben de tüm dürüstlüğümle belirttiğiniz pozisyonla ilgili teorik bilgim ve tecrübem var ancak bu işi tek başına yürütebilecek yetkinliğe sahip olmadığımı söyledim. Birbirimize teşekkür ederek ayrıldık. O gün olumsuz olarak ayrıldıktan 1,5 ay sonra aynı şirket tekrar arayıp daha önce görüştüğümüzü hatırlatarak iş arayışımın devam edip etmediğini sordu. Bende devam etmediğini söyleyerek teşekkür ettim. Acaba o gün mülakatta bende göremeyip 1,5 ay sonra gördükleri ya da hatırladıkları ne oldu hala merak ediyorum.  
 
Son deneyimim ise insan kaynakları uzmanı olarak başvurduğum denizcilik sektöründe faaliyet göstere bir şirket. Görüşme yaptığım patronla iş konusunda anlamıştık ama ücret konusunda bir türlü anlaşamıyorduk. 100 lira için 15 dakika pazarlık yaptık. Bir an için kendimi kurban pazarlığında sandım. Neyse o konuyu da hallettik ama içim rahat değildi. Bir türlü bu patron, bu şirket içime sinmiyordu. Buradaki çalışma maceram 2 gün sürdü ve ayrıldım. Bu konu ile ilgili daha uzun bir makale yazacağım. 
 
Şu an oyuncak sektöründe lider olan bir şirkette işe alım uzmanı olarak çalışıyorum. Makalenin başında da belirttiğim gibi hayalini kurduğum bir kurumsal yapı ve pozisyon. Bir hafta öncesine kadar aday koltuğunda oturduğum mülakatlarda artık koltuğun diğer tarafındayım. Yaşadığım mülakat süreci adayla empati yapmam ve mülakatlarda neyi yapıp neyi yapmamam konusunda bana önemli bir referans oldu. Özellikle siz İK Profesyonelleri; yarın o aday koltuğunda oturuyor olabilirsiniz ve siz sevgili adaylar sabredin, azmedin, ümit edin koltuğunuzun adresi her an değişebilir. İşte bu yüzden İNSANA SAYGI!
     
 

#İşbulmafuarı

20.05.2016 15:11
 
Günler öncesinden iş arayan adaylar tarafından büyük bir merakla bekleniyordu #İşbulmafuarı. Bende bu işsizler ordusunun bir üyesi olarak Linkedindeki bağlantılarımın paylaşımları sayesinde bu organizasyondan haberdar olarak Twitter'ın düzenlediği bu fuarı merakla beklemeye başladım. Günü de çok manidar buldum. 19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı olduğu için .Neden derseniz? işarayanlar ve işverenler tatil olması sebebiyle muhtemelen internetten bu fuarı takip etmek yerine bu tatili farklı şekilde değerlendirirler diye düşünmüştüm.Nitekim gün ortasına geldiğimizde #işbulmafuarında neredeyse in cin top oynuyordu. İşveren tarafını geçtim. İşarayan kesimde yok denecek kadar azdı. Akşam saatlerinde iş arayan kesmi hareketlense de işveren kesminde bir hareketlilik malesef olmadı. #İşbulmafuarı hastagi kapsamında dikkatim çeken bazı yorumlar şunlardı;
 
''Arkadaşlar, işverenler tatilde kimseinin umursadığı yok dağılalım #işbulmafuarı''
 
''Kariyer sitelerinden başvurduğumuz ilanlara dönüş yapmayan kurumlar twitterdan geri dönüş yapacak he gelde inan bu duruma  #işbulmafuarı''
 
''İşveren hariç herkes burda  #işbulmafuarı''
 
''Herkes iş arıyor ama acaba personel arayan var mı  #işbulmafuarı'
 
Buna benzer bi çok tweet arasından benim seçtiklerim bunlar :)
Belki bu etkinliğin 19 Mayıs'a denk geldiğini düşünerek verimsiz geçtiği düşülebilir veya başka etkenler söz konusu olabilir ki bu etkenler arasında organizasyonun yeterince reklamının yapılmadığı da düşünülebilir. Organizasyonda etkinlik göstermeye çalışan kariyer portalları arasında sadece secretcv vardı ve onlarda  yalnız kendi portallarının reklamını yapmaya çalıştı. Bu arada fuara katılan az sayıdaki işveren ise zahmet edip kariyer portallarında yer alan iş lanlarının linklerini paylaşma zahmetinde bulunmuş! Oysa iş arayan kesim zaten günlerini bu prtallarda ilanlara başvurarak harcıyor. Benim dikkatimi çeken başka bir nokta da takip ettiğim birçok önemli ik bloggeri bu etkinlikten hiç bahsetmemiş, yorum yapmamış. 
 
Sonuç olarak bu organizasyona umut bağlayan iş arayan kesmi tarafından #işbulmafuarı hayal kırıklığı ile sonuçlandı. Herkesin hayal ettiği işe sahip olması dileğiyle... 

Türkiyede Mobbing

13.05.2016 17:02
 
Önümüzdeki dönemlerde şirketlerde mutluluk yönetimi ve mobbing konularına daha fazla yer verileceğini düşündüğümden dolayı bu konularla ilgili kitap ve seminerlerin ilgi alanıma girdiğini belirtmem lazım.Mobbing Nedir? Mobbinge uğradığınızı nasıl anlarsınız gibi sorunların cevabını merak ediyorsanız, yüzeyselde olsa yazdığm   https://www.cihandemirdas.com/news/mobbing-nedir-mobbinge-ugradiginizi-nasil-anlarsiniz/   makaleyi okuyabilirsiniz. Türkiye'de mobbing konusunda gelişmeler,kanunda yer alan madde, birkaç örnek, bazı şirketlerin mobbingi bir yönetim kültürü olarak benimsemeleri ve mobbinge karşı alınabilecek önlemler ile yapılan ilginç bir anketin sonucuna değineceğim. Aslına bakarsanız bu konu hakkında tekrar yazmama sebep olan etken geçtiğimiz hafta katıldığım 'İşyerinde Mobbing ve Mobbingle Başa Çıkma Yoları' adlı seminer.
 
Mobbing kısaca; Duygusal saldırı, psikolojik taciz, sistemli saldırı  gibi ifadelere karşılık gelmektdir. Mobbing kavramı avrupa birliğine uyum yasaları çerçevesinde mecliste gündeme gelerek apar topar kabul edilmiş ve borçlar kanunu içerisinde yer almaktadır.Açıkçası bu kanun bir gereklilik olduğundan değilde zorunluluk olduğu düşüncesi ile oluşturulmuş gibi geldi bana. Bu arada neden İş kanunu değilde borçlar kanunu içerisinde ye aldığını sorarsanız.Bu sorunun cevabını bende bulabilmiş değilim. Kanun metni şu şekilde; 
 
IV. İşçinin kişiliğinin korunması
 
1. Genel olarak
 
MADDE 417- İşveren, hizmet ilişkisinde işçinin kişiliğini korumak ve saygı göstermek ve işyerinde dürüstlükilkelerine uygun bir düzeni sağlamakla, özellikle işçilerin psikolojik ve cinsel tacize uğramamaları ve bu tür tacizlere uğramış olanların daha fazla zarar görmemeleri için gerekli önlemleri almakla yükümlüdür.
 
İşveren, işyerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçlerinoksansız bulundurmak; işçiler de iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlüdür.
 
İşverenin yukarıdaki hükümler dâhil, kanuna ve sözleşmeye aykırı davranışı nedeniyle işçinin ölümü, vücutbütünlüğünün zedelenmesi veya kişilik haklarının ihlaline bağlı zararların tazmini, sözleşmeye aykırılıktan doğan sorumluluk hükümlerine tabidir.
 
6098 sayılı kanunun 417. maddesine göre özellikle ilk paragrafta psikolojik taciz kelimesi le mobbing tanımlanmış olup, bunun önlenmesinin işverenin yükümlülüğü altında olduğundan bahsediyor. Bir örnekle açıklamak gerekirse  bir astınız veya üstünüzün size mobbing yaptığını düşünüyorsanız iş sözleşmenizi haklı nedenle tek taraflı feshedebilir, şirkete mobbing davası açabilirsinz. Ancak şahısa mobbing davası açamıyorsunuz. Çünkü kanun maddesinde de belirtildiği gibi, çaışanların psikolojik tacize uğramamaları için gereken önlemleri almakla yükümlü taraf işverendir. Sonuç olarak bu kanuna göre mobbing kurbanı, her ne kadar bir kişi veya bir grup tarafından mobbinge maruz kalmış olsada mobbing davalarına konu olan kişi veya gruplar değil işverendir. 
 
Tekrar dönelim geçen hafta katıldığım seminere, semineri veren eğitimci yaşadığı bir mobbing örneğinden bahsetti. Konu özetle şöyle; semineri veren Ayça hanım, 90' lı yılların sonunda yeni gelen insan kaynakları yöneticisine her zaman ki hazırladığı raporu götürmüş. Yönetici raporu inceledikten sonra kağıdı uçak yapıp pencereden dışarı atmış.'Ben böyle raporu uçak yapar uçururum demiş' Ayça hanım,  nerede yanlış yaptığını anlayamamış arkadaşına sormuş oda en nihayetinde birşey bulamayınca Ayça hanım raporun içinde sadece bir virgül koyarak değişiklik yapıp tekrar göndereceğini söyleyerek, en kötü bu konuya katıla katıla güleriz diyerek değişikliği sistem üzerinden yaparak göndermiş. Raporu sistemden incelediğini de varsayarak tekrar odasına gitmiş. Yönetici raporu inceledikten sonra  ' Bir işi doğru düzgün yaptırmak için illaha azarlayacağız yani' diyerek raporu kabul etmiş. Ayça hanım odadan gülerek çıkarak,çalışma arkadaşına  'Biz bu adamla çok eğleneceğiz' demiş. İlerleyen dönemlerde de birçok kez karşı karşıya gelmişler. Burada yöneticinin kendini kabul ettirebilmek için alt çalışanlarına sistemli bir şekilde psikolojik baskıda bulunduğunu görüyoruz. Anlık öfkeler, parlamlar veya tartışmalar bir kişi ya da grubun size uyguadığı mobbing olarak adlandırılamaz. Mobbing için sistemli ve uzun vadede bir baskı ortamına maruz kalıyor olmanız gerekir. Şahsınıza karşı anlamsız davranış biçimleri yürütülyor olabilir. Amaç sizi yıldırmak ve işyerinden ayrılmanıza zemin hazırlamaktır.
 
Bazı şirketler ise mobbingi malesef bir yönetim kültürü olarak benimsemiştir. Ekonomik kriz dönemlerinde veya küçülme kararı alan şirketler fazlalık olarak gördüğü personelden en az maliyetle kurtulmak için sistemli bir şekilde mobbing operasyonu yürütür. Amaç çalışanı istifaya zorlayarak tazminat ödememektir. Özellikle ülkemizde kobilerin, ağırlıklı olduğu kurumsallaşma yoluna girmeyen aileler tarafından yönetildiğini varsaydığımızda bu olasılığında ne kadar güçlü olduğunu anlayacaksınız.
 
Genel olarak mobbinge karşı somut deliller bularak dava açmak pek mümkün gibi değil. Siz mobbing yapan kişinin sesini kaydeder mahkemede dinletirim derseniz. Bunu da yapamıyorsunuz çünkü yasalarımıza göre birinin sesini, onun rızası olmadan kaydedip üçüncü kişilere dinletmek suç sayılıyor. Dolayısı ile size mobbing yapıldığını düşündüğünüz kişi veya kişilerden gelen mailleri delil olarak yedeklemelisiniz. Bu kişilerle kapalı kapılar ardında yalnız kalmamalısınız ki mutlaka yaşanan olaylara ilişkin görgü tanığınız olsun. 
 
Yapılan bir araştırmaya göre mobbinge karşı en ciddi direnci gösteren ülke Türkiyeymiş. Bunu da seminerde öğrendim. Ancak bu konu bana pekte ilginç gelmedi. Zira Mobbing kavramı henüz yeni bir kavram gibi karşımıza çıksa da ülkemizde yıllardan beri çalışma hayatının içinde var olan bir davranış şekliydi.Biz ülke insanı olarak geçmişten beri stresli, birbirinden çetrefilli ilişkilerin ve davranışların var olduğu iş hayatında mücadele etmeye alışkın bir millet olduğumuz için mobbinge karşı dirençli olmamız beni pek şaşırtmadı.
 
Mobbing konusu, yeni dönemde İnsan Kaynakları Departmanlarının mücadele vereceği alanlardan birisi olacaktır. Şu an kanunen bir boşluk olduğunu düşünemekle beraber birçok şirketin Mobbing ile ilgili bir prosedürü olmadığını, Disiplin Yönetmeliğinin içinde yer verilmediğini, İş Sözleşmelerinde bu maddenin yer almadığını az çok tahim edebiliyorum.
 

GERİ BİLDİRİM EKMEĞİMİZDİR

30.10.2015 14:49

Öncelikle bu makalenin ortaya çıkış hikayesini anlatmak istiyorum. Birçok İK konulu blog aktif olarak faaliyette olmasına rağmen birkaçı dışında hepsini düzenli takip edemiyorum. Takip ettiğim blogların bazılarında yorum yapma panelinin olmayışı ya da yapılan yorumlara geri bildirimde bulunulmaması takip ettiğim blogları yeniden gözden geçirmeme sebep olacak gibi.

İşte tam da bu noktada, “Takip ettiğim bazı İK bloglarında yorum yapma panelinin olmayışı ya da yapılan yoruma cevap verilmemesi eksik ve üzücü” şeklinde sosyal medya hesabımda yaptığım paylaşım sonucunda, Ali Cevat Ünsal’ın  “Geri bildirim bizim ekmeğimizdir” şeklindeki cevabı sonucunda bu makaleyi yazmaya karar verdim.  Kendisine bu fikir için teşekkür ediyorum.

İlk Tecrübem:

Okuduğum bir kişisel gelişim kitabının ardından kitabın yazarı, kitabı içinde geri bildirimin önemine ve hayallerimizin peşinden koşmamız gerektiğinden bahsederek kitabın sonunda okurların soru, görüş ve önerileri için kişisel mail adresini paylaşmış. Yani geri bildirimde bulunmamızı istiyor. Kendisi eğitim sektöründe çalışan bir kişisel gelişim uzmanı olan yazara, kitap ile ilgili görüşlerimi içeren ve beraberinde bir ricada bulunduğum mail gönderdim. Sosyal medya hesaplarını oldukça etkin kullanan yazara, mailime cevap gelmemesi sonucunda yoğun olabileceği gerekçesi ile aynı maili 2 hafta sonra tekrar gönderdim. Sonuç olarak cevap alamadım. Bu konuda aldığım ilk ders; kişisel gelişim uzmanı parolasıyla yola çıkan herkesin kişisel gelişim uzmanı olabilecek yetkinliğe ulaşamadığını gözlemlemek oldu.

Geri Bildirimin Önemi:

Geri bildirim aslında sadece iş hayatında ya da belirli bir meslek gurubu için geçerli bir terim değil. Biz bu terimi çocukluğumuzdan beri hayatımızın içerisinde yaşıyoruz. Çocukluğumuzda ailemiz bir iş verdiğinde işe başladıktan sonra aile bireylerimize yaptığımız işi göstererek, doğru yapıp yapmadığımız konusunda geri bildirim almadık mı? Ya da ilkokula başladığımızda defterlerimize ilk cümlemizi yazarken öğretmenlerimize gösterip, doğru yazıp yazmadığımız konusunda geri bildirim almadık mı?

Geçtiğimiz günlerde bloğumda yayınladığım “ Bu Blogları Okumadan Yazmaya Başlarsanız Para Kazanamazsınız ” başlıklı makalemde incelediğim blogların yazarları, mail adresimden geri bildirimde bulundu. Musa Bey, bazı linklerin çalışmadığı konusunda beni uyararak birkaç tavsiyede bulundu. Bünyamin Bey, makale için teşekkürlerini sunan bir mail gönderdi. Her ikisine de bu değerli geri bildirimleri için teşekkür ediyorum. Bu geri bildirimler sayesinde makalede bulunan aksaklıkları gidererek düzeltme fırsatıyla birlikte motivasyonum da artmış oldu. Dolayısı ile  geri bildirim;

1-      Kalite

2-      Motivasyon

3-      Bilgi Paylaşımı

4-      Etkileşim

5-      Zaman Yönetimi

Gibi amaçlara hizmet ediyor.

Sonuç olarak hangi işi yaparsak, hangi projeyi yürütürsek yürütelim sadece iş hayatının içerisinde değil sosyal hayatımız içerisinde de geri bildirim önemli yer tutuyor. Sadece belirli bir meslek gurubu için değil her birey için geri bildirim ekmek mahiyetinde.

 

MÜZİK İLE SIFIR MALİYETLİ MOTİVASYON

20.10.2015 18:41

 

İş hayatında, motivasyon yönetiminin olmazsa olmaz bir etken olduğunu düşünen biri olarak, önce kendi kendime sonra da size soruyorum. Şirketinizde çalışırken ne kadar verimli çalışıyorsunuz? Ya da verimli bir iş ortaya koymak için gereken motivasyona sahip misiniz? 

Son dönemlerde mutlu ve verimli çalışanlar yaratmak kurumların imajı, ürün ve hizmet kalitesi açısından önemli bir konu haline dönüştü. Ancak özellikle kurumsallaşma yoluna yeni girmiş şirketler, motive olmuş verimli çalışanlar yaratmanın hala ekonomik etkenlerden geçtiğine inanıyor. Daha çok ver, daha çok motive olsunlar ama nereye kadar? Ekonomi derslerinde işlenen ilk konu genel olarak şöyle başlar; ‘ Dünya kaynakları sınırlı, insan ihtiyaçları sınırsızdır.’ Şimdi bunu çalıştığınız şirket açısından düşünün. Sizin ihtiyaçlarınız sınırsız, şirket kaynakları sınırlı.

Örnek olarak 2000 TL maaş alan bir satış sorumlusu düşünün. Satış performansı düşmüş ve yönetim onun motivasyonunu artırmak ve verimli hale getirmek için maaşına zam yapmayı uygun görmüş. Bu zam örnekteki satış sorumlumuzun mutlaka motivasyonunu arttıracaktır. Ancak bu motivasyon ne kadar sürecek? Satış sorumlumuzun geliri arttıkça harcamaları da artacak ve kısa zaman içerisinde daha fazla ücret talep eder hale dönüşecektir. Burada ekonomik etkenlerin kalıcı ve sürekli bir motivasyon unsuru yaratmadığına değinmek istiyorum.

Peki şirketler bir işyeri yerine bir yaşam alanı yaratmayı düşünürler mi? Dünya üzerinde Google, Facebook gibi şirketler bunu başarmış ve birçok kişinin hayali bu şirketlerde çalışabilmek. Herhalde Türkiye’ de böyle bir örnek görsek dünyanın sonunun geldiğini düşünürdük.

İşte Google' ın çalışma alanı ile ilgili bir kaç görsel;

 

 

 

Türkiye’de sanayiyi daha çok kobilerin oluşturduğunu düşünürsek şimdilik Türkiye’ de böyle bir atılımı düşünmek mantıklı değil. Ancak küçük ve maliyet gerektirmeyen motivasyon uygulamaları geliştirilebilir. Örneğin şirkette müzik dinleme serbestliği. Çoğu şirket günün her saati ya da belirli saatleri müzik yayımı yaparak motivasyon yaratmaya çalışıyor. Ancak bu uygulama motivasyon arttırmak bir kenara motivasyonun düşmesine dahi sebep olabiliyor. Önemli olan, kişi hangi ruh halindeyse o hale uygun müzik dinlemek, belki de sevdiği sanatçının şarkılarını dinlemek istiyor. Yani müzik seçimini kendisi yapmak istiyor.

Bu noktada kulaklık vasıtası ile tehlike gerektirmeyen işlerde ki, genelde ben ofis ortamında çalışan kişiler için bu uygulamayı öneriyorum. Kendi istediği şarkıları kulaklık vasıtası ile en azından günün belirli bir saatinde dinleyebilsin. Bu sıfır maliyet gerektiren bir motivasyon uygulamasıdır. Bazı şirketlerde yöneticiler, çalışanlarına izin vermekte, ancak asıl önemli olan bunun bir şirket kültürü olarak organizasyonun tümüne yayılması.

Sonuç olarak sıfır maliyet gerektiren motivasyon uygulamaları bulmak ve uygulamak şirketlerin imajı, ürün ve hizmet kalitesinin önemi açısından verimli çalışanlar yaratmak amacı ile oldukça önemli bir konu haline geldi. Zor beğenen ve daha çok iş değiştirme eğilimli bir jenerasyonun iş hayatına girmeye başlamayışla birlikte şirketler kendileri için önemli olan insan kaynaklarını elde tutmak için önümüzdeki dönemlerde motivasyon konusuna daha çok eğilim gösterecekleri düşüncesindeyim.

<< 1 | 2 | 3 | 4 | 5 >>